YAŞ YİRMİ BEŞ!

|

Yaş yirmi beş! yolun yarısının biraz gerisi eder. 
Nihayet ciddiyetinin farkındayız ömrün. 
O ergen çağımızdaki lüksler, 
Sabah alarmı kullanmak zorunda olmamak nafile bugün, 
Gözünün yaşına bakmadan çalar o saat, çalar... 

Omuzlarıma sorumluluk mu yağdı ne var? 
Benim mi Allah'ım tüm bu sıkıcı evraklar? 
Ya atarlanmaya bayılan müdürler, başkanlar? 
Neden böyle düşman görünürsünüz, 
Yıllar yılı dost bildiğim yöneticilerden bağyan olanlar? 

Zamanla nasıl mezun oluyor insan! 
Hangi resmime baksam kampüsteyim... 
Nerede o üniversite günleri, o şevk, o heyecan? 
Bu yırtık kotlu bayan ben değilim; 
Yalandı öğrenciyken parasız olduğum, yalan. 

Hayal meyal şeylerden şu diplomamız; 
Vize soruları bile yabancı gelir. 
Laboratuvara beraber başladığımız 
Asit-bazlarla da yollar ayrıldı bir bir; 
Gittikçe azalıyor "kimyasallığımız". 

Mor elbisemin başka rengi de varmış! 
Geç farkettim topukluların vazgeçilmez olduğunu. 
Alışverişsizlik insanı boğar, kredi kartı yakarmış! 
Her güzel çantanın, ayakkabının bir dert olduğunu, 
İnsan bu yaşa gelince anlarmış. 

Gelemedi bu dönem bir türlü kadrolar! 
Her yıl biraz daha yaklaştığım memuriyetim... 
Ne dönüp duruyor havada pis dedikodular? 
Nereden çıktı bu rotasyon? giden kim? 
Bu kaçıncı bakan, gördüm tarumar? 

Neylersin ekmek derdi herkesin başında. 
Daha ev olacak, araba olacak, daha fazla ayakkabı olacak! 
Kimbilir kaç renk, nasıl, kaç dolapta? 
Birgün yine de belli ki yaş otuz beş olacak, 
Cahit Sıtkı Tarancı'nın şiirleri başımda...:) 


(Not: C.Sıtkı Tarancı'nın "Yaş Otuz Beş" isimli şiirinden uyarlanmıştır.)

OLUR BİTER İŞTE!

|
Bir sabah uyandığında güneşin farklı doğduğunu görürsün. Çok sevdiğin birinin ölümü ile, çantada keklik olduğunu düşündüklerinin kaybı ile, güvendiklerinin ihaneti ile ve en önemlisi, olmak istediğinden farklı birine dönüşmüş olarak uyanabilirsin - ki muhakkak öyle sabahların olur. Bu sabahlar öğleden önce de olabilir, sonra da, gece yarısında da... Yüzünü asmana neden olan, yapmacık gülümsemelerinin sahibi olan pürüzleri kabullenemezsin bir türlü. O sebepten bayılırsın silbaştanlara! Yeniden başlatırsın kendini; hiç tanımazsın canını acıtanları; siler hafızan çoğu "gereksiz" anıyı.

Acıyı yok saymak, acı ile başa çıkmak demek değildir. Bilmezsin.

Sindirmektense çoğu şeyi, unutursun, olur biter. Zamanın yoktur üzülmeye, saçını başını yolmaya... Şehir hayatı, iş hayatı, aşk hayatı, sosyal hayat... Kaç tane hayatın var? Sen dahi sayamazsın. O hayatların kaçı senin? Cevabını bulamazsın.

Her ortamında, her hayatında, farklı yüzler takınırsın. En büyük sermayen olur oyunculuğun. İnsanlarla yaptığın çirkin dedikoduları "paylaşım" zannedersin. Dedikodu ortakların "sırdaş" olur sana. "Bu konuştuklarımızı onun yüzüne de söylerim" dersin. Yeri gelir, zamanı gelir; asla onun yüzüne söyleyemezsin.

Aşkla sevgiyi birbirine karıştırırsın. Bir insan doğru kişiyi kendi iradesiyle sevebilir, fakat sırf aşık olması gerekiyor diye aşık olamaz. Genelde yanlış aşklar yaşar insan. "Sevgi acısı" diye bir kavram yoktur o yüzden; "aşk acısı" ise ayrılmaz bir kelime ikilisidir. Sen de hep aklından yarıştırırsın aşk ile sevgiyi. "Hangisi?" dersin. "Hangisi olmadan yaşayamam?" Dilin ne söylerse söylesin, geleceğe yatırım yapmak adına hep sevgiyi seçersin.

Geleceğin uğruna hep kontrol altında tutabileceğin kavramları seçersin. Hep planlar yapar beynin. Kendini koruma içgüdüsü ile tehlikeye atarsın üstelik! Silbaştanlarına sebep olan pürüzler hayatın değil, senin pürüzlerindir! Azalttığın pürüzlerine bakarak ölçersin ilerleme mesafeni... Kedinin kuyruğuna bağlanan tenekelerden kaçışı gibi, hep pürüzlerinden kaçmak için ilerlemeye çabalarsın; çoğu kez arpa boyu yol alırsın.

Ve bir sabah uyanınca, güneşin farklı doğduğunu görürsün gerçekten de. Derhal üzerini örtersin acının. Yeniden başlarsın tüm hayatlarına... Olur biter işte...



Nafile

|
Aklın başa gelmesi ile kararlar zorlaştıysa;
Yapman gerekenlerle yapmak istediklerin arasında sıkışıp kaldıysan;
Tam gitmeye karar verdiğin anda tekrar o kollara koşmuşsan...
Ve daha önce bu provayı defalarca yapmışsan...
Göründüğün gibi olamıyorsan;
Olduğun gibi istesen de görünemiyorsan;
Bir yolu seçtiğinde gözün diğer yollarda kalacak kadar aç ise;
Kaçtığın ve sığındığın şey, aynı şey ise;
Hatalarını kabullendiğini kimseye belli etmeden yaşıyorsan tüm pişmanlıklarını;
Bundan sadece birkaç yıl önce yaptıkların şimdilerde gözünde dağ gibi büyümüş ve zorlaşmışsa;
Arabaların sesleri gök gürültülerini gölgede bırakmışsa senin kulağında da;
Yaşatıyorsan sana dokunmayan yılanı sonsuz süreler boyu;
Son zamanlarda hayatı uzaktan dahi sevmeyi becerememişsen eğer;
Her Pazartesi diyete başlayanlarınki gibiyse her Cuma namaza başlama kararların...
Yaratan'ı biliyor, inanıyor, ama hissedemiyorsan...
Susuyorsan... Bol bol susuyorsan...

İşte sen tam da böyleyken ve gerçekten böyleysen;
Bilirsin aslında... tecrübeye lüzum yok!
İster çiçek tohumu ol... ister bin yıllık çınar...

Nefes alman nafile...
Nafile harcadığın emek...
Aldığın karşılık nafile...
Nafile yıpranman ve yıpratman...
Nafiledir varlığın.
Farketmeyecek yokluğun!
Şimdi tekrar sus, makyajını yap, ve gülümse.
Bitti.



Bir tutam yazı...

|
Önceleri ne kadar çok yazacak şey varmış azizim! Biraz olsun okumak çok yazmaya kâfiymiş eskiden. Az dil bilgisi bilebilmek (onu da bilmişim ama, yanlış bilmişim.), az şatafatlı cümleler kurabilmek, hooop oldu bu iş havalarına girmeme yetmiş de artmış! Oysa hep eksik, hep yarım kalmışım; adımlarım yetersizmiş. "Oldu bu iş" demek için bir şeye, iş edinmeliymişim onu, iş!

Ne için yazmışım? Kime çıkamamış sesim de, kalemlerin ardına saklanmışım? Hiçbir zaman kopamadığım fakat, hiçbir zaman bütünleşemediğim, hobi bile diyemeyeceğim bir iç savaş olmuş yazmak bana. Dost olsun derken düşmanım olmuş. Her geçen gün uzaklaştığım hayallerime salladığım el olmuş!

Her hatırlayışımda ona veremediğim zamanın, alakanın, sevginin içimi acıttığı, yakıp kavurduğu eski sevgili olmuş yazmak bana...

Yazmak, benim gözyaşım olmuş. İşte bu yüzdendir cümlelerimin azalışı, çağlayan gibi akacağı yerde kuruyup kalması! Her büyük adam gibi, unutmuşum ağlamayı. "Mühim işler" peşinde, bırakmışım davamı.

Her "kimvurduya gitmiş yetişkin" gibi şu öğütleri verebilirim artık: Yıllar geçince; hayatının yarısı ne istediğine karar verirken kaybolup gidince; bu esnada hayatın da boş durmayıp, şekillenip beton misali sertleşince; cesaretin kırılınca; yeniden başlama fikri dahi seni yorgunluktan öldürünce; hiçbir yere, hiçbir yaptığına tam manasıyla ait olamayınca aklının ilk kaçtığı yerdir senin harcın. Anlam veremediğin sebeplerden ötürü o yolda yürüyememiş olsan da kalbinin çarptığı yerdir en kutsal sığınağın.

Bu yüzdendir işte, yine klavyeme sarılışım! Ne olur dokunmayın, biraz daha kalalım...

Neden "Olgunlaşmadan Yaşlanmak"?

|
"Bilmem kaç kez duyamadık, hayat haykırdı isteğini: "Benim bir parçam da sensin, israf etme kendini!" 


Ziyankâr olmak bir kişilik, bir hayat tarzı belki...Yok ediciliğin kendisi... Neden yaptık bu tercihi?

Damlaya damlaya göl bulamadık, kara güne akçe saklayamadık. Dünü yorumlayamadık; bugünü doğru yaşamadık. Yarına plansız uzandık... 


Denklemin cevabı net: Biz kendimizi harcadık!

Seçimleri yaparken başkalarının yolunda; kendimizi seçemedik, böyle başladı bu kaza... 


Günler geçti aldık elimize bir tozlu çizik ayna... Engel olamadı o ayna kırışıklıkları saymaya. 


Sanki komadaydık da, mecburduk ziyankârlığa! 
Buna son vermek için uyduk "çok geç!" farzına!
Geç kaldığını anlayınca akıl gelir hep başa.
Dönecek zarar kalmaz sonunda ulaşmak için o kâra.

Bunları dinlerken bile hâlâ enerjimiz yok mudur?.
Bir kulaktan girince çıkacağı kulak çok mudur?

Hâlâ israf ediyoruz. harcıyoruz kendimizi.
Fırsat kalmayınca elde, yolarız saçın her telini. "

dememek için derhal, şu saniyede başlayın! Yeteneklerinizin avcısı, hayatın aşığı kalın! Ben öyle yapacağım, hiç şüpheniz olmasın. Yüzümde gülümseme ile, farkındalıkla yaşayacağım :)

Kafeinsiz hayat? ooo nooo!

|
Bir bardak kola içerken, bardağın içine gözlerimi dikmiş, geçmişimi gözlemliyordum. Koladaki karbondioksit misali tepelere çıkmak için savaşan geçmişimi.

Aniden falcının küresi oldu kola bardağım.

Evet ne var? Geçmişim buydu, bir bardak asidi kaçmamış kola.

Hikaye şöyle: Şişeyi devirince ilk olarak dopdolu görünen bardak, numaracının önde gidenidir. Baştan aşağı kolaya bulanmış gibi kasılsa da kısa bir süre sonra yarısından fazlasının sadece kola köpüğü olduğunu ele verir. Şansım varsa zamanla yarışabilip yuttuğum o köpük var ya, derhal yok olur.

Ve acı gerçek, "Geride kalan bir avuç yalan!" diyerek kırolaşmak istemem ama,
"Geride kalan kolanın kendisidir, bardağın yarısını bile dolduramayan!"
"Sonlarına doğru da fazla şekeriyle bayan..."
"Asidiyle mideni şişiren, patlatan!"
Hayır bu değilim. Olmuş gibi yaptım. Hiç olmadım.

Kola bardağımı bir kenara koyup biraz daha elit olmaya karar verdiğim yükseliş dönemime geçelim.

Filtre kahveye benzeyen bu son durumumla çok daha mutlu ve harikulade olduğumu sağır sultan bile duydu.

Çünkü kahvem sıcacık, çünkü uçup giden köpüğü yok, çünkü fincan bir fil büyüklüğünde, çünkü kahvenin yanına cocopops veriyorlar.

Ve çünkü, kahveden bir yudum alırken bir önceki yudumu özlüyorum.....

Bazen ait olduğunuz yeri seçmekte zorlanırsınız. Bazense siz seçmezsiniz, o yer gelir ve sizi bulur... Yerim ben o yeri :)

Korku yok, kurnaz oyunlar yok, tavşan uykusu yok,  kırılan kalpler yok. Filtre kahveme biraz süt eklerken, işte yine gülümsemek var :)

YÜZLEŞ BENİMLE

|

Ne yapılır kilise çanlı kalabalık bir beyinle?
Çakma katilim eksikti; başlatma hoşgeldinine!
Bandrolsüz gelmişsin yarı fiyat etiketinle.
Gel de yalvar kan pompalar diye arsız gönlüne!
Kendimi soyutladım senden, bu çevrelenmiş hissi ne?
Hiç durma, sinsi benliğine sencil birşeyler söyle!

Huzurlu nefes, yorucu yokuşun belli ki en tepesinde..
Karlı buzlu yerlerde, düş kalk, yoğun sislerde...

Şu hüzünlü kalemimin var bir derdi benimle. 
Zamirlerde kaybolsam, kalem düşmese peşime?
Soru sorsam sana ne, gerek yok vaatlerine...
İçimdensen, bendensen hücrelerimi öldürme!
Bende yaptığın tek etki, etkin bir kısa devre.
Benden gelen tek tepki, şurada iki üç kelime...

Tasvir ettim ben bizi; beğen kolaysa kendini.

|


Sessizliğin kaprisli bir sevgili gibiydi. Sessizliğinle titretirdin çekiç, örs, üzengiyi..


Zihnimde yer edinmek için kılını kıpırdatmazdın. Zihnimin nöronlarının kıpırtısına çare bulamazdım.

Seninle doğmak, tendeki kırışıklıkları saymak kadar hüzünlüydü. Seninle ölmenin sayısı mı? Her defasında küsürlü.

Seni almaya hevesli, çarşıda dolanan müşteriydim. Çarşıdan alınca bir tane, eve gelince bir hiçtin..

En yakıcı asittin sen. En acı bazdım ben. Nasıl da tuz kadar tatlıydık bir araya gelince senle ben?

Benim hafızam hep kayıp, senin kinciliğin hep ayıp. Hesapları sen tutardın ödemeleri bana atıp.
Senin sonun her gece, benim sonum bilmece. Bil bakalım "son" ne zaman benim bu renksiz filmimde...

"Laf on tane" masalları

|
                                  

Laf 1 tane:  Güneş olmasa da gökyüzünde, ne çıkar?
                    "Gün eşi" var yüreğimde, yeter artar!

Laf 2 tane:  Tanrısızlıktan değil, Tanrısız insanlardan korkmalı. Korkusuzluktan değil, korkusuz c.alver'den korkmalı...=) Nacizane tavsiyem=)

Laf 3 tane: Görücü usulü oldu Ankara ile evliliğim: Ösym istedi, babam verdi! Boşanma sonucu mal paylaşımı: "An" da benim "kara" da benim...

Laf 4 tane: Bir günlüğüne kedi olsam ben de kuyruğumun peşinde dönüp dururdum. İnsanların da tüm yaptığı bundan ibaret aslında. Boşuna alay ederler minik kaplancıklarla...

Laf 5 tane: "Zil" olayına takmış durumdayım, ne etmeli?
                    Zile basıp kaçtım ufacıkken; büyüdüm, geçti.
                    Zil zurna sarhoş olurdum eskiden, artık bitti.
                    Ve şimdi huzurlarınızda c.alver'in son trendi,
                    Zil çalan ruhu doyurma arzusu! Beni yedi bitirdi!

Laf 6 tane: Romantizm deyince aklına "Romanya hayranlığı akımı" gibi uyduruk birşey gelen başka biri daha var mı?

Laf 7 tane: Hayatımın en büyük mutluluğunu yağmurda yürürken hissettim ve o an anladım filmlerin önemini. "Tanrı yağmurda" imiş. Hak verdi bedenimin her bir hücresi...

Laf 8 tane: Ben hata yapacağım zamanları önceden bilirdim. Yine de yapardım. Aptallık değil, sonuçları göze almaktır bu. Rüzgarın seni uçurup yere çarpacağını bilsen de uçmanın tadını tercih etmektir bu.

Laf 9 tane: Zihninle eş mi sözün? Sözünle eş mi gözün? Gözünle eş mi özün?

Laf 10 tane: Hayvanlar "insanları koruma derneği" kurmuş da insanlık farkına hala varamamış! Fablca bir deyim varmış: "Besle insanı, oysun gözünü!"


Laf olsun diye yazıyorum. Ne var yani? =)




Ren geyiği

|
Bugünlerde bir fırtınayı bekliyorum, öncesindeki sessizlikten istifade edip bol bol yazıyorum. Tahminen, bayramdan sonra fırtına başlayacak. c.alver koşturup duracak. Çok yorulacak çok! Son günlerim, iyi davranın bana :/


Öhöm öhöm, ciddiyet lütfen! Sonuçta bu kaydın bir sebebi var. Mühim mesele! Dünyayı kurtaracağım. İnanmayanlar için işte son fotoğrafım: El sallamıyorum, uçuyorum aptal!
               


Aslında (aslında bir paragrafa "aslında" kelimesiyle başlanmaz) bu akşam birşeyler yazacağımı sanmıyordum. Ama yazdım! Bu akşamki blog yazımın ana temasını diğer blog yazarları oluşturmakta.

Şu ünlü blog yazarlarını takdir ederek başlayayım. Tabi takdir ediyorum ama, işte sadece o kadar. Zaten Volkan Yılmaz olmak gibi bir derdim yok. Ben ünsüz olmak istiyorum. Ünsüz olmayı seviyorum. Kelimenin kendisi bile itici: ünlü. Kurtlar Vadisi'ndeki "güllü" geliyor aklıma. Neyse işte, ünsüz ve dertsizim.


       


En çok incelediğim bloglar hani şuraları buraları geziyorlar, yürüyen atlas oluyorlar. Çektikleri fotoğrafları da eklemeyi ihmal etmiyorlar. O bloglarda eğleniyor ve "aaaah aaah" diyorum. Şu kız olsam, valizimle oradan oraya giderken netbook'uma yazıp insanlara hava atsam ne olurdu yani hı? Yok mu hakkım? 
              

Hakkım yok. Biliyor musunuz, ben şu şarkıyı hiç içten söyleyemedim:


        
              




En çok incelediğim bloglardan bir diğeri, kitap-film-müzik ve teknoloji üzerine eleştirilerle dolu olan tavsiye blogları. Bayılırım! Tavsiyeleri de dikkate alırım! Tabi burada kişilik "bugün şöyle yaptım, böyle yaptım"lardan daha da ön planda aslında. Kişi kendini anlatmadan sunuyor. Tavsiyeleriyle, eleştirileriyle kendi rengini gösteriyor. Bu anlamda beğenimi kazanan bloglar profesyonel standartlara ne kadar uyarlar bilmem, ama ben onlar için sadık izleyiciyim=)

             




Edebiyata duyduğum yoğun ilgiden dolayı, şiir ve denemelerin yer aldığı blogları da çok severim. Genelde melankolik olurlar. Kuşlar uçar, yağmurlar yağar, rüzgar eser! =) melankoli iyidir ama, doz aşımı olursa derhal "toz" olurum=) Fazla melankoli sıkıntıdan patlatıyor ama, yalan mı?

              




Son olarak da, bloğu günlük gibi kullanan (bazen ben de yapıyorum!) blog yazarlarından bahsedeceğim -ki burada konunun hiçbir önemi yok. Önemli olan, konuyu nasıl sunduğun. Yolda yürürken neleri kimleri gördüğünden kime ne! Ne bileyim, vitrindeki topuklulara bayıldıysan erkeklere ne? Fakat onu öyle şeker bir dille anlatırsın ki, okunmadan geçilemezsin=) Bu oluyorsa, oley!


              






Bana gelince. Tamaaamen içimden geldiği gibi. Hatta şu alt resim benim ruh eşimi anlatıyor. Dişi versiyonuyum. O modda blog yazıyorum. Gerçi ben kalpli t-shirtleri sevmem ama, olsun her ruh eşinin bir kusuru vardır.

              

geç bile kaldım - değiştim ben sevgilim :o

|

Değişmeyen tek şey değişimin ta kendisi, buna ek şey de c.alverin "yapmalı, etmeli"leri. Nereden çıktı bu, valla bir adet zarftan. Elime bir mektup geçti, 9 yıl önce ben bana yazmışım. Böyle pembeli kalpli iğrenç bi zarf. Bakınca ne kroymuşum dedim, o cinsten.

Bir de zarfın üstüne not düşmüşüm "Bu mektup 10 yıl sonra saat 22.37'de açılacaktır. Bu mektup 2001 yılının sıcak bir Ağustos gününde yazılmıştır." Sanki Ağustos gününün sıcak olması çok ilginç yani. Hayır kendime yazıyorum mektubu, romantizmin ne anlamı var onu da anlamadım. Bir de "Şu zaman açılacak" diye emretmişim ya, vakti gelmeden mektubu açmaya korktum. Hala duruyo öyle yapışık kapalı. O iğrenç zarfa hala katlanıyorum. Sıcak bir ağustos gününde açacağım. Havada dolunay olacak. İnsanın kendine saygı duyması böyle birşey olsa gerek. Ya da kendinden tırsması =)

Mektuba gelecekle ilgili planlarımı yazmıştım, 10 yıl sonra ne kadarı tutmuş diye bakacaktım. Dergiden yürütmüştüm fikri, kendi yaratıcılığım değildi yani. Arkadaşlara sanki bunu kendim akıl etmişim gibi hava atmışlığım olmuştur. İçlerinden saçmalığıma güldülerse de ne edelim. Ben onların yerinde olsam hayran kalırdım =p

Tuhaftır, mektuba hayalleri ve planları yazdığımı hatırlıyorum, ama o hayal ve planların ne olduğunu hiç hatırlamıyorum! Çocukken de böyleydim ben zaten, her gün ayrı telden! Kimbilir kaç milyarıncı kez değişmişti hedeflerim. Acaba o sıralar doktor mu olacaktım, kuaför mü, yazar mı, matematikçi mi? Bir ara elektrikçi de olmak istedim. Ne o? Çok mu "tutarsız"? hayal bunlar tamam mı bikerem, tut kahkahanı arsız! =)

Sonra ne oldu?  Na + H2O --->booom! 
Tuttum kimya okudum. Onca hayalin ardından sen git laboratuvar patlat! Kısa kestim, dört yılda bitti. Mezun oldum. Mutsuz oldum. İşsiz oldum, güçsüz oldum.

Kim bilir daha da neler oldum ve olacağım? Fakat şunda kendimle hemfikir bir cümle arz edeyim, kimyager kalmayacağım (neredeyse) kesin! Ne oldum değil, ne olacağım demeli. Ayağımı yorganıma göre uzatmayacağım tamam mı? Ayağıma göre yorgan rica ediyorum dokuma fabrikalarından. Az kaldı az. iyi  şeyler olacak. Değişime "blog" verin.

Sarı çizmeli mehmet ağa gel benim hesabı da öde =(

|
Yağmurdan kaçanlar Bursa'da hakikaten de doluya tutuldular. Ben de onlardan biriydim. Son günlerde sürekli yağmurdan kaçtım ve her seferindeee... hay aksi... doluya tutuldum.
Öylece dondum, dolu parçası oldum.
Kalemim kısır kaldı, iştahım kaçtı, sigara limitim arttı, param azaldı, umudum yol aldı...
Saçma sapan şarkılar dinlemeye başladım. Kapı gıcırtısına oynamayı unutup kapı gıcırtısına ağlamayı huy edindim.
Kendimi milyarlarca kez sorguladım - sorular yağmur oldu, sonra da dondu, dolu oldu. Mantıklı sorgulamalarda hatalı değildim. Kendini unutup benim derdime düşen bir adam vardı karşımda.
Saçmalıktı anlattıkları! Baştan sona saçmalıktı! Bu saçmalıklarla işim neydi?
İşim çoktu... İşim zordu...
Gözleri gerçekti! Acısı gerçekti...
Beni uçurumdan attı; hal böyle olunca, mantıksız sorgulamalarla çarpıştım - bir kez olsun ben de kendimi unutup onu anladım.
Benim için tuttuğu yasa ortak olmam için elinden geleni yaptı, tek laf etmedim. Acısını hissettim. Sonuç? Suç ve ceza! Kendimi affetmem gerek......................................... e hadi bir şarkı hediye edeyim kendime, tuz niyetine...
onlar yanlış biliyor - candan erçetin

ben geldimm

|

Beyaz tebeşirim arsız parmaklarımla flört ederken
Ruhuma uçan tebeşir tozlarını yutmak neden elzem:(
Huyum oldu aniden dirilmeler tam yerinde ölmüşken.
Sonsuzluk yerine son var bizlere, hazır ölüm demişken..
Olduğum yerde kalmam gerek sen son'una koşarken
Tebeşirime yüz verdim, aklaştı cümlem aniden
Umuduma yol verdim, uçmadı benim içimden
Umudumla barıştım, delirdi sevincinden:)
Kendimi de affettim, olmaz düşman yarenden.
Melankoli gezintide, firar etti inceden...
Aç kapılarını dünya, e ben geldim yeniden ;)


c.alver

"İç"li şiir =)

|

İçimde bir boşluk... İçimde bir sancı...
Neyleyim akılları durdurmayan inancı!
Sevdamız tam değil , hani bunun karası?
Neşeyle katık edebildik mi en acı yasları?...
Özgürlüğe hasret kalmış saklı gözyaşları...
Neyin yoluna koysam bilemedim bu başı!

İçimde bir boşluk... İçimde bir sancı...
Yolcu olamadım ki bulayım bir hancı!
Bu gece hüznün işi yok, geldi bana bulaştı.
Ne dünü düşünürüm ne de meçhul yarını...
Bu gece gönül bana bir "ben"i hatırlattı...
Bu gece hayat bana fısıldadı "aşk"ı....


c.alver (ne zamandır yazmamıştım - şiirde teklemeye mi başladım neeeeey? =) )

Beni Bursa sokağında vurdular =)

|
Manevî açlığımı son zamanlarda buzdolabı açlığı sanıp 45 kilonun üstüne çıkmayı başarabildim. İşin komiği, cılız halimle daha mutluydum; malum, "Kalbim büyüdükçe beden küçüldü!" diyordu birileri. Kocaman kalpli ve küçücük bedenli olma arzusundaki ben, derhal bunun yollarını aramaya koyuldum. Kendimi plansızca yollara vurdum. Ankara'da hep yaptığım gibi...Unutamadım başkentteki şu beni...

Dün Bursa ile aramda barış ilan ettim! Bursa'dakilerle değil, Bursa'nın kendisiyle flört ettim. Üstelik ilk adımı atan ben değildim. Birşeylere yeniden başlamalıysam, önce yeniden benimsemeyi öğrenmeliydim. Bursa beni seviyorsa, Ankara'yı zihnimden silmemi istiyorsa, birkaç şey daha yapacaktır benim için. Ve yapacaktır, neredeyse eminim.

Bursa dün tekrar yeşildi. Dün tekrar ılıktı atmosferi. Elimi uzatıp okşamamın vakti gelmişti bu şehri... Sırtımı dönüp yok saymamdan iyiydi... Şehirlere takılıp kalmaktansa, tüm şehirleri bir bilmek en güzeliydi. Aşklara takılmaktansa, ayrı ayrı tutmaktansa herşeyi, tercihim artık
tek bir Aşk ateşiydi...

Zeki Müren'i Bursa sokağında vurmuş olsalar ne yazar, bana Bursa sokağında can vereceklerdi:
beni bursa sokağında vurdular

kimsin seeeeeeeen

|
Şehirler gibisiniz. Bir tarafı lüks, temiz, ışıl ışıl, gösterişli; bir tarafı virane, gecekondu, çinçin mahallesi tipinde. Turistler gelir, Tunalı tarafınızı gösterirsiniz. Ama Ulus gençliği de yatar içinizde. Onlar bilmez. Çoğu zaman siz bile bilmezsiniz, yok sayma, unutma konusunda çok yeteneklisiniz.

Önce turistleri inandırırsınız ne kadar mükemmel bir şehir olduğunuz konusunda. E tabi sonra kendiniz de inanırsınız buna. Mamak evlerine doğalgaz hizmeti gecikir, Bahçeli'den ibaret sanki şehir = ) Kötü yönler böylece sandıkta kalır, kokuşur, sararır, ama yok olmaz.

Kim ait olduğu yerde? Kim ait olduğu evde yaşıyor, ait olduğu işi yapıyor? Hayallerde bile yaratıcılık kalmadı. Herkes aynı hayali kuruyor. Biraz daha kendiniz olmak neden bu kadar zor? Hayır efendim, beni gayet de ilgilendirir, içinde yaşadığım şehrin 7. Cadde'den çok daha pislik bir yer olduğunu bilmeye hakkım var.

Şunu anlamakta yarar var: kendinize karşı bu kadar hoşgörülü olmayın, bu hoşgörü değil; kocaman bir boşgörü.

Lafı fazla uzatmaya gerek yok, yeni bir icat sunmuyorum, icat edilmiş ve unutulmuş şeyleri hatırlatmaya çalışıyorum.

Yine de,
-Ne mutlu "mükemmelim" diyene! , demekte inat eden mutlu kutlu şahıslardansanız,
-iyi "dertler" arkadaşlar.......... Kaybınız, hafızanız.

*Saygılar*

bir de baktım ne göreyim !

|
Ben de ne zamandır nerelerde bu nöron patlamalarım diyordum; bugün hatırlattılar kendilerini sağolsunlar. Hayatımı bir çöplükmüş gibi, olabilecek en umursamaz ve bencil halleriyle bir kenara atan takım elbiseli tipitipler sebep oldu püsküren lavlara. Olanlara objektif bakamam, kusura bakmayın. Herkes herşeye objektif baksaydı, olanlar olmazdı zaten. Benim hayatım objektif olarak ele alındığında bir çöplük değil çünkü. Yahu bırakın ayağıma çelmeler yerleştirmeyi! Dizlerimi kanata kanata anemi yaptınız beni! Bir adet alyuvarım kalmasa da yine de yürüyeceğim, haberiniz ola. Bir gün benim de subjektif olma lüksüm olacak. Kolay gele... Haksızlıklar, adaletsizlikler dünyasına zatım hoşgele. Kimyasal değil artık sorun, "kim yasal?" olmalı soru'n.

nerelerdeydim? beni çok özlediiiim !

|
Bazen kaleme küsen eller, günümüz teknolojisinde klavye tuşlarına küser oldu - küslükte postmodernizm. Ne yaparsam yapayım istediğim gibi olmayacak bir blogum var. İstediğim gibi olmuyor, çünkü isteklerim hep değişiyor! Yok ama, öyle böyle değil, benimkiler dengesizlik denecek derecede değişebiliyor =) Güldüğüme bakmayın, sinirleniyorum bu bana =)

Okul bitti... Ankara kesinlikle bitti... Bursa artık eskisi gibi sevimli gelmiyor. Ankara, geç olsun güç olmasın dediğin türden bir yer. İlk görüşte asla aşık olamazsın, ama zamanla seversin. Zaten görücü usulü oldu Ankara'yla evliliğim; ösym istedi, babam verdi!

Bursa ise basit kaldı Ankara'nın yanında. İlkokulda tanıştığım ilk aşkım, yıllar sonra yolda gördüğümde "hiç de tipim değilmiş be!" diyeceğim bir şehir oldu artık. Ne yapayım bulvarını, ne yapayım dağını, denizini? Bana dümdüz, beton yığını Ankara gerek! Malum, önemli olan iç güzellik =)

Boşanmasaydım Ankara'dan, bilemezdim değerini. Dönmeseydim Bursa'ya, hep paha biçilemez kalırdı. Her seçimde bir memnuniyetsizlik bulan zihinler var bizde. İyisi mi, Bursa'nın sanayi bölgelerine takılıp, blog yerine, iş peşinde koşmak... Ciddi şeyler bunlar, lütfen ama=)

Kaçış.

|
Sonsuzdan başlayan ve sonsuzda sonlanacak tekerrürümsün sen.
Kayıp hafızam ve hatırlama anlarım..
Hayali Şizofrenimle başbaşayken bana has oyun arkadaşım..
İlk ve son güçlü aşkım..
En yakınım ve en uzağım..
Kurtarıcım..
Büyük tuzağım..
Tutkum, eksiğim ve fazlalığım..
Bir arada kalabilmek için ne yapmak lazım??
Ayrı kalınca daha çok yandı dilim, ağzım..
Kadere kafa tutmak lazım
Oyuncak olmamalıyım
Seni alıp kaçmalıyım!!
Seni alıp... evrenden kaçmalıyım..

cansu'ya gelirlerse! huh!

|
Özlenenden ziyade özlem ise sevdiğim,
Neden özlemem gerekeni hiç mi hiç özleyemedim?
Asi ruhum- dünya karşısında bir kez olsun eğilmedin!
Bilirim, bana yaptığını sen de pek bir beğendin!
Asalet değil asabiyettir senin bana işlediğin..

Ya arzuları yok edeyim, veyahut buralardan gideyim..
Hayatta hakkım olan payı istemekte geciktim..
Göz kırpan şeytanları alt etmeyi beceremedim..
Kurtarıcım yok muydu? nereye gitti meleklerim?
İstediğime ulaşmayı bilmem neden istemedim..

Korkarım tehlikesizlikten, dönmedolaba binmeyeceğim
Kumdan kulelerin tepesinden ani atlayıp öleceğim!
Nedir bu telaş, endişe? sanki dünyaya mı aidim?
Üzülmeye kalkmayın, huzurumun ensesindeyim..
Yaklaşmaya kalkmayın, kendi başıma halledeceğim..

p.s. Ciddiye de almayın, ölümden çok gerideyim:)

c.alver

E bazen saçmalamalı

|
Dünyanın dengesini sağlamak adına dengelerimizi bozmasından nefret etmeye başlıyorum. Total denge uğruna hep mi feda edileceğiz? Bu nasıl bir paradokstur? Total denge biz bireyler için en iyisi, fakat biz bireylerin bu durum neticesinde iyi olduklarını falan görmüyorum, sanmıyorum. "Yemeği senin için pişiriyorum ama, sen yemeyeceksin" diyor bize dünya, nanik yapıyor. Buna boyun mu eğmeli, bunu oyun mu görmeli bilemedim de... Bildiğim tek şey, dünya denizinde benim oksijen tüpüm; otokontroldür. O bittiği an çırpınıyorum ve elbette çırpındıkça batıyorum. Acizliğime sinirleniyorum, bir katman daha batıyorum. Çünkü acizliğime sinirlenmek de bir acizlik alameti! Yahu yok, kiminle aşık atıyorum? En iyisi o anlamda ve bu anlamda uyumak. Her anlamda iyi geceler.

Anasayfa