YAŞ YİRMİ BEŞ!

|

Yaş yirmi beş! yolun yarısının biraz gerisi eder. 
Nihayet ciddiyetinin farkındayız ömrün. 
O ergen çağımızdaki lüksler, 
Sabah alarmı kullanmak zorunda olmamak nafile bugün, 
Gözünün yaşına bakmadan çalar o saat, çalar... 

Omuzlarıma sorumluluk mu yağdı ne var? 
Benim mi Allah'ım tüm bu sıkıcı evraklar? 
Ya atarlanmaya bayılan müdürler, başkanlar? 
Neden böyle düşman görünürsünüz, 
Yıllar yılı dost bildiğim yöneticilerden bağyan olanlar? 

Zamanla nasıl mezun oluyor insan! 
Hangi resmime baksam kampüsteyim... 
Nerede o üniversite günleri, o şevk, o heyecan? 
Bu yırtık kotlu bayan ben değilim; 
Yalandı öğrenciyken parasız olduğum, yalan. 

Hayal meyal şeylerden şu diplomamız; 
Vize soruları bile yabancı gelir. 
Laboratuvara beraber başladığımız 
Asit-bazlarla da yollar ayrıldı bir bir; 
Gittikçe azalıyor "kimyasallığımız". 

Mor elbisemin başka rengi de varmış! 
Geç farkettim topukluların vazgeçilmez olduğunu. 
Alışverişsizlik insanı boğar, kredi kartı yakarmış! 
Her güzel çantanın, ayakkabının bir dert olduğunu, 
İnsan bu yaşa gelince anlarmış. 

Gelemedi bu dönem bir türlü kadrolar! 
Her yıl biraz daha yaklaştığım memuriyetim... 
Ne dönüp duruyor havada pis dedikodular? 
Nereden çıktı bu rotasyon? giden kim? 
Bu kaçıncı bakan, gördüm tarumar? 

Neylersin ekmek derdi herkesin başında. 
Daha ev olacak, araba olacak, daha fazla ayakkabı olacak! 
Kimbilir kaç renk, nasıl, kaç dolapta? 
Birgün yine de belli ki yaş otuz beş olacak, 
Cahit Sıtkı Tarancı'nın şiirleri başımda...:) 


(Not: C.Sıtkı Tarancı'nın "Yaş Otuz Beş" isimli şiirinden uyarlanmıştır.)

OLUR BİTER İŞTE!

|
Bir sabah uyandığında güneşin farklı doğduğunu görürsün. Çok sevdiğin birinin ölümü ile, çantada keklik olduğunu düşündüklerinin kaybı ile, güvendiklerinin ihaneti ile ve en önemlisi, olmak istediğinden farklı birine dönüşmüş olarak uyanabilirsin - ki muhakkak öyle sabahların olur. Bu sabahlar öğleden önce de olabilir, sonra da, gece yarısında da... Yüzünü asmana neden olan, yapmacık gülümsemelerinin sahibi olan pürüzleri kabullenemezsin bir türlü. O sebepten bayılırsın silbaştanlara! Yeniden başlatırsın kendini; hiç tanımazsın canını acıtanları; siler hafızan çoğu "gereksiz" anıyı.

Acıyı yok saymak, acı ile başa çıkmak demek değildir. Bilmezsin.

Sindirmektense çoğu şeyi, unutursun, olur biter. Zamanın yoktur üzülmeye, saçını başını yolmaya... Şehir hayatı, iş hayatı, aşk hayatı, sosyal hayat... Kaç tane hayatın var? Sen dahi sayamazsın. O hayatların kaçı senin? Cevabını bulamazsın.

Her ortamında, her hayatında, farklı yüzler takınırsın. En büyük sermayen olur oyunculuğun. İnsanlarla yaptığın çirkin dedikoduları "paylaşım" zannedersin. Dedikodu ortakların "sırdaş" olur sana. "Bu konuştuklarımızı onun yüzüne de söylerim" dersin. Yeri gelir, zamanı gelir; asla onun yüzüne söyleyemezsin.

Aşkla sevgiyi birbirine karıştırırsın. Bir insan doğru kişiyi kendi iradesiyle sevebilir, fakat sırf aşık olması gerekiyor diye aşık olamaz. Genelde yanlış aşklar yaşar insan. "Sevgi acısı" diye bir kavram yoktur o yüzden; "aşk acısı" ise ayrılmaz bir kelime ikilisidir. Sen de hep aklından yarıştırırsın aşk ile sevgiyi. "Hangisi?" dersin. "Hangisi olmadan yaşayamam?" Dilin ne söylerse söylesin, geleceğe yatırım yapmak adına hep sevgiyi seçersin.

Geleceğin uğruna hep kontrol altında tutabileceğin kavramları seçersin. Hep planlar yapar beynin. Kendini koruma içgüdüsü ile tehlikeye atarsın üstelik! Silbaştanlarına sebep olan pürüzler hayatın değil, senin pürüzlerindir! Azalttığın pürüzlerine bakarak ölçersin ilerleme mesafeni... Kedinin kuyruğuna bağlanan tenekelerden kaçışı gibi, hep pürüzlerinden kaçmak için ilerlemeye çabalarsın; çoğu kez arpa boyu yol alırsın.

Ve bir sabah uyanınca, güneşin farklı doğduğunu görürsün gerçekten de. Derhal üzerini örtersin acının. Yeniden başlarsın tüm hayatlarına... Olur biter işte...



Anasayfa