Bir tutam yazı...

|
Önceleri ne kadar çok yazacak şey varmış azizim! Biraz olsun okumak çok yazmaya kâfiymiş eskiden. Az dil bilgisi bilebilmek (onu da bilmişim ama, yanlış bilmişim.), az şatafatlı cümleler kurabilmek, hooop oldu bu iş havalarına girmeme yetmiş de artmış! Oysa hep eksik, hep yarım kalmışım; adımlarım yetersizmiş. "Oldu bu iş" demek için bir şeye, iş edinmeliymişim onu, iş!

Ne için yazmışım? Kime çıkamamış sesim de, kalemlerin ardına saklanmışım? Hiçbir zaman kopamadığım fakat, hiçbir zaman bütünleşemediğim, hobi bile diyemeyeceğim bir iç savaş olmuş yazmak bana. Dost olsun derken düşmanım olmuş. Her geçen gün uzaklaştığım hayallerime salladığım el olmuş!

Her hatırlayışımda ona veremediğim zamanın, alakanın, sevginin içimi acıttığı, yakıp kavurduğu eski sevgili olmuş yazmak bana...

Yazmak, benim gözyaşım olmuş. İşte bu yüzdendir cümlelerimin azalışı, çağlayan gibi akacağı yerde kuruyup kalması! Her büyük adam gibi, unutmuşum ağlamayı. "Mühim işler" peşinde, bırakmışım davamı.

Her "kimvurduya gitmiş yetişkin" gibi şu öğütleri verebilirim artık: Yıllar geçince; hayatının yarısı ne istediğine karar verirken kaybolup gidince; bu esnada hayatın da boş durmayıp, şekillenip beton misali sertleşince; cesaretin kırılınca; yeniden başlama fikri dahi seni yorgunluktan öldürünce; hiçbir yere, hiçbir yaptığına tam manasıyla ait olamayınca aklının ilk kaçtığı yerdir senin harcın. Anlam veremediğin sebeplerden ötürü o yolda yürüyememiş olsan da kalbinin çarptığı yerdir en kutsal sığınağın.

Bu yüzdendir işte, yine klavyeme sarılışım! Ne olur dokunmayın, biraz daha kalalım...

Anasayfa