Ren geyiği

|
Bugünlerde bir fırtınayı bekliyorum, öncesindeki sessizlikten istifade edip bol bol yazıyorum. Tahminen, bayramdan sonra fırtına başlayacak. c.alver koşturup duracak. Çok yorulacak çok! Son günlerim, iyi davranın bana :/


Öhöm öhöm, ciddiyet lütfen! Sonuçta bu kaydın bir sebebi var. Mühim mesele! Dünyayı kurtaracağım. İnanmayanlar için işte son fotoğrafım: El sallamıyorum, uçuyorum aptal!
               


Aslında (aslında bir paragrafa "aslında" kelimesiyle başlanmaz) bu akşam birşeyler yazacağımı sanmıyordum. Ama yazdım! Bu akşamki blog yazımın ana temasını diğer blog yazarları oluşturmakta.

Şu ünlü blog yazarlarını takdir ederek başlayayım. Tabi takdir ediyorum ama, işte sadece o kadar. Zaten Volkan Yılmaz olmak gibi bir derdim yok. Ben ünsüz olmak istiyorum. Ünsüz olmayı seviyorum. Kelimenin kendisi bile itici: ünlü. Kurtlar Vadisi'ndeki "güllü" geliyor aklıma. Neyse işte, ünsüz ve dertsizim.


       


En çok incelediğim bloglar hani şuraları buraları geziyorlar, yürüyen atlas oluyorlar. Çektikleri fotoğrafları da eklemeyi ihmal etmiyorlar. O bloglarda eğleniyor ve "aaaah aaah" diyorum. Şu kız olsam, valizimle oradan oraya giderken netbook'uma yazıp insanlara hava atsam ne olurdu yani hı? Yok mu hakkım? 
              

Hakkım yok. Biliyor musunuz, ben şu şarkıyı hiç içten söyleyemedim:


        
              




En çok incelediğim bloglardan bir diğeri, kitap-film-müzik ve teknoloji üzerine eleştirilerle dolu olan tavsiye blogları. Bayılırım! Tavsiyeleri de dikkate alırım! Tabi burada kişilik "bugün şöyle yaptım, böyle yaptım"lardan daha da ön planda aslında. Kişi kendini anlatmadan sunuyor. Tavsiyeleriyle, eleştirileriyle kendi rengini gösteriyor. Bu anlamda beğenimi kazanan bloglar profesyonel standartlara ne kadar uyarlar bilmem, ama ben onlar için sadık izleyiciyim=)

             




Edebiyata duyduğum yoğun ilgiden dolayı, şiir ve denemelerin yer aldığı blogları da çok severim. Genelde melankolik olurlar. Kuşlar uçar, yağmurlar yağar, rüzgar eser! =) melankoli iyidir ama, doz aşımı olursa derhal "toz" olurum=) Fazla melankoli sıkıntıdan patlatıyor ama, yalan mı?

              




Son olarak da, bloğu günlük gibi kullanan (bazen ben de yapıyorum!) blog yazarlarından bahsedeceğim -ki burada konunun hiçbir önemi yok. Önemli olan, konuyu nasıl sunduğun. Yolda yürürken neleri kimleri gördüğünden kime ne! Ne bileyim, vitrindeki topuklulara bayıldıysan erkeklere ne? Fakat onu öyle şeker bir dille anlatırsın ki, okunmadan geçilemezsin=) Bu oluyorsa, oley!


              






Bana gelince. Tamaaamen içimden geldiği gibi. Hatta şu alt resim benim ruh eşimi anlatıyor. Dişi versiyonuyum. O modda blog yazıyorum. Gerçi ben kalpli t-shirtleri sevmem ama, olsun her ruh eşinin bir kusuru vardır.

              

geç bile kaldım - değiştim ben sevgilim :o

|

Değişmeyen tek şey değişimin ta kendisi, buna ek şey de c.alverin "yapmalı, etmeli"leri. Nereden çıktı bu, valla bir adet zarftan. Elime bir mektup geçti, 9 yıl önce ben bana yazmışım. Böyle pembeli kalpli iğrenç bi zarf. Bakınca ne kroymuşum dedim, o cinsten.

Bir de zarfın üstüne not düşmüşüm "Bu mektup 10 yıl sonra saat 22.37'de açılacaktır. Bu mektup 2001 yılının sıcak bir Ağustos gününde yazılmıştır." Sanki Ağustos gününün sıcak olması çok ilginç yani. Hayır kendime yazıyorum mektubu, romantizmin ne anlamı var onu da anlamadım. Bir de "Şu zaman açılacak" diye emretmişim ya, vakti gelmeden mektubu açmaya korktum. Hala duruyo öyle yapışık kapalı. O iğrenç zarfa hala katlanıyorum. Sıcak bir ağustos gününde açacağım. Havada dolunay olacak. İnsanın kendine saygı duyması böyle birşey olsa gerek. Ya da kendinden tırsması =)

Mektuba gelecekle ilgili planlarımı yazmıştım, 10 yıl sonra ne kadarı tutmuş diye bakacaktım. Dergiden yürütmüştüm fikri, kendi yaratıcılığım değildi yani. Arkadaşlara sanki bunu kendim akıl etmişim gibi hava atmışlığım olmuştur. İçlerinden saçmalığıma güldülerse de ne edelim. Ben onların yerinde olsam hayran kalırdım =p

Tuhaftır, mektuba hayalleri ve planları yazdığımı hatırlıyorum, ama o hayal ve planların ne olduğunu hiç hatırlamıyorum! Çocukken de böyleydim ben zaten, her gün ayrı telden! Kimbilir kaç milyarıncı kez değişmişti hedeflerim. Acaba o sıralar doktor mu olacaktım, kuaför mü, yazar mı, matematikçi mi? Bir ara elektrikçi de olmak istedim. Ne o? Çok mu "tutarsız"? hayal bunlar tamam mı bikerem, tut kahkahanı arsız! =)

Sonra ne oldu?  Na + H2O --->booom! 
Tuttum kimya okudum. Onca hayalin ardından sen git laboratuvar patlat! Kısa kestim, dört yılda bitti. Mezun oldum. Mutsuz oldum. İşsiz oldum, güçsüz oldum.

Kim bilir daha da neler oldum ve olacağım? Fakat şunda kendimle hemfikir bir cümle arz edeyim, kimyager kalmayacağım (neredeyse) kesin! Ne oldum değil, ne olacağım demeli. Ayağımı yorganıma göre uzatmayacağım tamam mı? Ayağıma göre yorgan rica ediyorum dokuma fabrikalarından. Az kaldı az. iyi  şeyler olacak. Değişime "blog" verin.

Anasayfa